Kürt mültecilerin çoğunluğu Hakkâri ve Diyarbakır gibi şehirlere yerleştirilmişti. Tabi o zaman devletin resmi söyleminde ve genel basında “Kürt mülteciler” denmiyordu. Bunun yerine “Iraklı Peşmergeler” deniyordu. “Peşmerge geldi”, “peşmergeler sığındı, yerleştirildi” deniyordu. Çünkü o dönem Türkiye’sinde “Kürt” ve “Kürtçe” kelimelerini kullanmak resmen yasaktı. Biz de çocuk yaşlarımızda acaba “Peşmerge” nedir? İn midir, cin midir? Yenilir mi, içilir mi? diye günlerce, aylarca merak eder ve bir türlü içinden çıkamazdık.
Geçen Aralık ayıydı. Bursa’dan bir öğretmen arkadaşımdan aldığım telefon, 34 yıl önce çocuk yüreğimle şahit olduğum Halepçe trajedisini yeniden hatırlattı. Ama bu sefer “zahmetten sonraki rahmet” yönüyle. “Halepçe katliamı döneminde Muş’ta kalmış iki dostum Irak’ın Duhok kentinden gelecekler, oradaki Kabristanlarını ve baba dostları Muşluları ziyaret edecekler” dedi. O günlerde üzerinde çalıştığım “Nêrîna Estetîk Di Helbestên Melayê Cizîrî de (M. Cezerî’nin Şiirlrinde Estetik Tasavvur) konulu Kürtçe doktora tezim için danışman hocam Duhok’ta basılmış estetik felsefeye dair Kürtçe yazılmış “Felsefa Estetîkê” adlı bir kitabı kaynak olarak önermişti. Bunu nasıl getirteyim diye kara kara düşünürken, Duhok’tan gelen bu misafirler tam bir rahmet demekti.
Duhok’tan Muş’a gelen bu iki kardeşle tanıştık: Dr.Semih Halepçe katliamı döneminde Muş’ta kaldıklarında 6-7 yaşlarındaymış. Duhok’a döndükten sonra Tıp Fakültesini bitirip doktor olmuş. Beraberinde gelen abisi Hüseyin ise Muş’tayken 15-16 yaşlarındaymış. Hüseyin Muş’tayken tabla araba üzerinde eşya satarak ailesine katkıda bulunmuş. Hüseyin bu ticari tecrübesiyle şu an Irak Kürt Bölgesi ile Türkiye arsında ithalat/ihracat yapan büyük bir iş adamı olmuş.
Muş’a ve Türkiye’ye vefa/teşekkür duyguları ile dolu iki kardeşle önce “Kabristan”larını ziyaret ettik. Sonra Hüseyin “Kanireş köyünde Muş’a taraf en dış evin sahibesi Meta Muhbet/Mühbet Hala aile dostumuzdu. Benden eşya satın alırdı, çocuğu gibi severdi. Hayatta ise ziyaret edelim” dedi. Zannetmem 34 sene önceki Meta Muhbet hayatta olsun dedim. Evin önüne vardık, yaşlı ama dinç bir yaşlı teyze kapıda göründü. Hüseyin sevinçle “Aha Meta Muhbet li heyatê ye/İşte Mühbet Hala hayatta” dedi ve kendini tanıttı. Meta Mühbetle anne oğu gibi sarıldılar. Baktım ki ikisinin de gözlerinden sevinç gözyaşları. Tabi biz de... Hüseyin köyün çıkışındaki yolu göstererek Saddam zulmünün bittiğine ve Irak’a dönebileceklerine dair müjdeli haberi burada aldım, ne günlerdi.. dedi, duygulandı bizi de duygulandırdı tabi. Sonra çarşıda dede/baba dostlarını ziyaret ettiler. Anlaşılan onlar Muşlulara büyük bir sevgi ve minnettarlık duyuyorlardı. Muşlular da onların edep, medeniyet ve ahlaklarından çok memnun kalmışlardı.
Irak’a döndüler. Bir hafta sonra da Diyarbakır’a bir ticari iş için gelmişler; oradan da sipariş ettiğim kitabı bana vermek için Muş’a gelmişler. Haberim yok, beni aradılar “Muş’tayız kitabı nereye getirelim” dediler. Bir mahcup oldum, anlatamam. Dr. Semih’in öğretmen eşi Mamoste Neşmin’de hediye olarak kokusu bizim tomurcuk çayına benzeyen ama tat ve kalitesini hiçbir yerde görmediğim bir seylan çayı göndermiş. Israrla hiç olmazsa yol paranızı, kitabın ücretini vereyim diyorum. “Hayır kesinlikle olmaz. Muş ve Muşlular yıllarca bize sahip çıktı, bir kitap getirmişiz çok mu?” diyorlar. Neyse ki döndüklerinde Kürtçeye çevirmiş olduğum Abdurrahman Nursî’nin “Bediüzzaman’ın Hayatı” adlı kitapla hanımın Feqiyê Teyran’a dair Kürtçe romanı “Sînem” ve bir kutu Muş balından oluşan hediye paketimizi kabul ettiler.
İşte güzel Muş’umuzun medeniyet coğrafyamız Anadolu ve Mezopotamya’yı temsilen zulümden kaçan masum ve mazlum kardeşlerine kucak açışının enfes bir hikayesi. Aslında vasıflı/vefalı insanların diyarı kadim Muş tarih boyunca kendisine sığınan insanlığa hep kucağını açmıştır. Moğol zulmünden kaçan Müslüman ve Hristiyanlar Osmanlı ve dönemin Muş yöresine hakim Bitlis Kürt Hanlığı tarafından Muş’a yerleştiriliyorlar.
Hemşerimiz Doç.Dr.S.İrşad Yüce anlatmıştı. Bu dönemde Hırıstiyan Ermenilerin bir kısmı, Muş’un Bulanık ilçesine bağlı ve medreseleri ile ünlü Melekend beldesine yerleştirilir, kendilerine bir mahalle verilir. Pazar günleri ibadet için Kilisesi olan Piyong köyüne git-gel yaparlar. Kar-kış derken Hıristiyan komşularının Piyonk yolunda zahmet çektiklerini gören Melekend şeyhleri köyün ortak arazisinden bir arsayı tahsis edip Hristiyanların kendilerine bir Kilise inşa etmelerini sağlarlar. Müslüman atalarımızdan miras kalan “işte medeniyet, işte insaniyet, işte gerçek İslamiyet” dedirten bir tablo gerçekten.
1860lı yıllarda dönemin Rus zulmünden kaçan Şeyh Şamil’in torunları Müslüman Çerkez, Çeçen ve Noyanların trajik deniz yolculuğu, gemilerdeki aylar çeken çileleri ve kendi ölülerinin cenazelerini denize atmak zorunda kalmaları ile bundan dolayı birçoğunun ömürleri boyunca bir daha denizden balık yiyememeleri ve bu mazlum gruhtan bir kısmının yine Muş’a bir ana kucağı gibi sığınmaları….
1920li ve 40larda yine Kafkasya’dan Ermeni zulmünden kaçıp Muş’a ve özellikle Bulanık’a bir kurtuluş kapısı olarak gelen Müslüman Terekeme, Azeri ve Karakalpak Türkleri. Dedeleri Gürcistan sınırında üç kardeşi ile beraber Ermeni çeteleri tarafından kuyulara atılarak şehit edilen Bulanık Yoncalı Beldesinden saygıdeğer ilkokul hocam Yahya Arslan’ın dedelerinin gördüğü vahşetten kaçıp kurtuluş ve ümit olarak Muş’a sığınmaları.
Aşiretimizin/dedelerimizin de içinde olduğu Kafkasya/Erivan bölgesi Müslüman Kürtlerinin 1.Dünya Savaşı sonrasında Ermeni mezaliminden kurtuluş çaresi yine Muş’un munis yüzü ve kerim kucağı oluyor. Bir dönem Osmanlı adına Erivan ve çevresini de yöneten ve kabilemizin de mensubu olduğu Redki Kürt aşiret konfederasyonu kolları olan Koseyi, Memikî, Kacari, Çekemi, Kumki, Elesori, Bekrî…. kabileleri ve Celali aşireti ve Pileki, Banoki, Hesesori gibi kolları, Iğdır ve çevresinin Ermenilerden kurtulmasında birinci derecede rol oynuyorlar (Mücahit Hun:"Iğdır Sevdası"nın arkasında yatan Serhat bölgesi ve Kafkasya tarihi:https://www.indyturk.com)bu aşiretlerden bir kısmı bilahare Muş’a yöneliyorlar.
Elhak güzel Muş’umuz bu şanlı geçmişin asaletini göstermekte ve sürdürmektedir. Kaynaklardan okuduğum, atalardan dinlediğim şehrimin bu merdane ve mümtaz özelliğinden sonra, bizzat şahit olduğum dünün Halepçe mazlumlarının bu günün Muş’una gösterdikleri vefalı minnettarlıkları karşısında, şehrimle ve hemşerilerimle tekrar gurur ve onur duydum.
Her bijî Muş! Her Hebin ehlê Mûşê! Şen olasın Muş! Var olun Muşlular!
Nevzat Eminoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder