28 Aralık 2023 Perşembe

Kürt ve Kürdistan - Lahuti / 1923

Lahuti tarafından yazılan bu yazı, 1923 yılında Rusça yayım yapan Novy Vostok Dergisi'nde yayımlanmış.

İngiliz emperyalizminin Kuzey Mezopotamya'yı işgal etmek ve Musul petrol yataklarına giden yol üzerinde bir Kürt öncü karakolu kurmak politikalarına karşı Kemalist Türkiye'nin verdiği mücadele bağlamında Türkiye Kürdistanı başlıca odak noktası haline gelmiş durumdadır. Bu mücadelede iki taraf da kendi amaçları çerçevesinde Kürt ulusal hareketinin özelliklerini kullanmaya çalışmaktadır. İngiliz diplomasisi tarafından ustaca kışkırtılan Kürt milliyetçiliği ve ayrılıkçılığı, Türkiye'nin Mezopotamya politikasına darbe indirmek için kullanılan bir İngiliz aracıdır. Kemalist Türkiye'ye ve kısmen de İran'a karşı yeni bir tampon devlet olan, İngiltere'ye bağlı Şeyh Mahmut önderliğindeki "Bağımsız Kürdistan" düşüncesi, İngilizlerin Türkiye Kürdistanı'nda uygulamak istedikleri bir plandı. Fakat son gelişmeler bu planın birçok zorlukla karşılaştığını göstermektedir. Şeyh Mahmut'un İngiliz politikalarına bağlılığı çok tartışmalıdır. Kürt hareketi, İngilizlerin elinde uysal bir oyuncak olarak kalabilmek için fazla karmaşık ve bağımsız gözükmektedir. Şeyh Mahmut'un, İngilizlerin Kürdistan'daki saldırgan politikalarını protesto eden ve kısa süre önce bütün Avrupa devletlerinin hükümetlerine iletilen telgrafları; İngilizlerle ilişkilerin koparılması anlamına gelen Şeyh Mahmut'un Süleymaniye'den ayrılması ve Kürt hareketine önderlik etmek uğruna mücadelenin yeniden başlatılması, söz konusu hareketin yeni bir gelişim aşamasına geçmiş olduğunu göstermektedir. Kemalist Türkiye'nin yöneticileri, emperyalizmin saldırılarına karşı ortak bir cephenin gerekliliğini dikkate alarak, keza yeni Türkiye sınırları içinde Kürt hareketinin özelliklerini ve haklarını değerlendirerek, İngiliz kartını zayıflatıp Güney Kürdistan'da kendi öncü karakolunu oluşturabilir; zira burası Kuzey Mezopotamya'nın tamamına hâkim konumdadır. Günümüzde Kürdistan'ın İngilizlerle sıkı ilişki içinde olan ve onların planlarını uygulayan Güney ve muhtemelen Kemalistlerin elinde etkili bir araç olan ve yeni bir Kürt hareketinin merkezi olabilecek Kuzey biçiminde ikiye ayrılmış olması, Kürt sorunu bağlamında tamamen yeni perspektifler açmaktadır. Tabii ki bu ortamda Kürt hareketinin ve Kürt-Türk ilişkilerinin tamamının tahlili özel bir ilgi çekmektedir. Bu yüzden son zamanlara kadar çok az yer verilen Kürt sorununun incelenmesine bu kadar dikkat sarf edilmesini doğru bulmaktayım.

Türkiye ile İran'ın sınırdaş illerinde yaşayan Kürtlerin yayılma sınırlarını genel hatlarıyla ele aldığımızda, güneyde Musul'a, kuzeyde hemen hemen Lazistan'a, batıda İç Anadolu'ya, doğuda ise Kirmanşah ve Soğukbulak bölgeleriyle Ağrı Dağı eteklerine vardığını görebiliriz. Kürt sorunuyla uğraşmış olan tüm Batılı yazarlar, Kürtlerin ulusal bir kültür ve özel bir tarihlerinin olmadığı konusunda görüş birliği içindedir. Avrupalı şarkiyatçılar, Kürtlerin kökenini açıklayabilmek için birçok varsayım ve görüş açıklamışlardır. Bu şarkiyatçılardan biri olan ve Kürtlerin kökenlerini Ön Asya efsane ve rivayetlerinde arayan Sir John Malcolm, bu metinlerde Kürt kavminin hiçbir izine rastlanmadığı sonucuna varmıştır. İlk ve tek Kürt tarihçi (1532 doğumlu) Şeref Han Bitlisi, ki diğer tarihçiler onun Kürt tarihi üzerine yazdığı Şerefname adlı eserinden sık sık alıntı yapmaktadırlar, ayrıntılı biçimde şunları aktarmaktadır. Kürtler kökence İranlı olup, İran'ın Zohak tarafından işgal edildiği dönemde günümüz Kürdistan'ında dağlık bölgelere sığınmış, o zamandan beri bağımsız bir devlet kurmamış ve komşularının (esas olarak İran'ın) egemenliği altında yaşamıştır. Avrupalı tarihçiler, Zohak efsanesinin anlamını çözmüşlerdir; o, tarihsel bir kişilik değildir ama bin yıl boyunca İran'a hükmeden yabancı güçlerin kişiselleştirilmiş ifadesidir ve bu ad altında Asurîlerin kastedildiği konusunda görüş birliği vardır. Tarihçilere göre tam da bu dönemde Kürtler, İran yaylasından günümüz Kürdistan dağlarına göç etmişlerdir.


Kürtlerin İranî kökenli oluşu, filolojik veriler aracılığıyla kesin bir şekilde kanıtlanmaktadır. Kürtçenin hem grameri hem de sözcük dağarcığı Farsça ile aynıdır; daha sonra buraya komşu halklardan, Arap, Türk, Gürcü, Ermeni vb. çok sayıda sözcük girmiştir. Başlıca çizgileri ve bayramları İran'da olduğu gibidir. Güneş kültüyle bağlantılı olan ve İran'da İslam etkisine maruz kalan ilk ve sonbahar, gece gündüz eşitliği ile ilgili bayramlar, Kürtlerin başlıca bayramlarıdır. Bunlar Nevruz ve Mihrican bayramlarıdır; bunlardan ikincisi artık İran'da unutulmuş durumdadır, gerçi bazı bölgelerde 19. yüzyıl başlarına kadar kutlanmaktaydı. Dolayısıyla günümüzde Kürtlerin İran kökenli oluşlarının kesin biçimde kanıtlanmış olduğu ifade edilebilir.

Kürtlerin İran ile Türkiye arasında paylaşılması bir dizi savaş sonrasında gerçekleşmiş ve sonuçta Kürtler eşit olmayan iki parçaya ayrılmış; büyük bölümü Türkiye'ye, küçük bölümü de İran'a geçerken bu paylaşım dinsel kimlik doğrultusunda gerçekleşmiştir. İran Kürtleri, çoğunlukla Şiidir. Aralarında görülen Sünniler esas olarak Türkiye Kürdistanı'ndan gelmedir ve orasıyla sıkı bağlarını muhafaza etmektedirler. Aslında İran Kürt aşiretleri arasında mümin Şiiler, sadece Kelhor ve Kalyan aşiretleridir; geriye kalanlar ise Ali Allahîlere mensuptur.

Türkiye Şiileri ile İran Şiileri arasında birçok farklılık vardır. İran'daki kabileler artık yarı yerleşik düzene geçmişlerdir ve hatta göçebe Kürtler de yılın bir bölümünde ziraatla uğraşmaktadır. Türkiye Kürtleri, genellikle hayvancılıkla uğraşmakta ve ziraatla az ilgilenmektedir. Giyim kuşam, aile içi yaşam bağlamında İran Kürtleri medeniyetin etkisini hissetmişler ve Türkiye Kürtlerine kıyasla şehir yaşamına daha yakın durmaktadır. Türkiye Kürtlerinin dili Farsça temelini muhafaza etmekle beraber, Türk, Gürcü, Rus sözcüklerinin etkisine maruz kalmıştır ve kaba bir telaffuza sahiptir.

Kürtler birçok kabileye ayrılmaktadır; bu kabileler de birçok alt birimlere, sülalelere ayrılmış durumdadır. Bu kabilelerden en kalabalık olanları ve alt birimlerine işaret edeceğiz.

İran Kürtleri arasında aşağıda gösterilen büyük kabileler yer almaktadır: Kelhor, Sencabi, Kelhani, Neyrizi, Kalyan, Cevanrudi, Ardelani, Ucanlu, Caf, Derazi, Sakkızi, Banen, Avromani, Kerendi (son 4 kabile bulundukları yerlerin adını taşımaktadır), Gelbagi, Mandomi, Mukri, Mameş, Şekkak ve Maku Kürtlerinin kabileleri. Bu kabilelerden her biri belli bir bölgede yaşamaktadır. İran'da başka bölgelerde de bazı Kürt kabileleri vardır; onlar buralara değişik dönemlerde, özellikle de Safavi döneminde iskân edilmişlerdir.

Türkiye Kürtlerinin başlıca kabileleri: Baban, Caf, Suveydi, Berzenci veya Govara, Zengene, Hemavend, Batiyan, Şekkak, Nomeyran, Bilikan, Bazıki, Bradost, Rojki, Redkani, Mami, Mukri, Halidi, Barzan, Tilaku, Gurkili, Piruz, Belbasi, Hayderan, Rişvan, Mahmudi, Meyhanlı, Basaki, Dovudi, Reşi, Mersavi, Çekveni, Şekari, Yezidi. Bunların arasında Kürt ulusal hareketi içinde en önemli rol oynayanlar Şekkak, Baban, Mukri, Rojki ve Mameş kabileleridir.

Yaşam biçimi itibarıyla Kürtler eşit olmayan iki parçaya ayrılmaktadır. Çoğunluk olan parçayı göçebeler oluşturmaktadır; bunlar çadırlarda yaşamakta ve hayvancılıkla uğraşmaktadırlar. Hayvanlarının ürünlerinden deri, süt, peynir, yağ vd. ticaretinden geçinmektedirler. Ayrıca göçerlerken yırtılmayan halılarla da uğraşmaktadırlar. Daha küçük olan kısım ise yerleşiktir ve tarımla uğraşmaktadır. Her iki kesim de gayet iyi silahlanmış durumdadır. Esasında Kürt kabilelerin yaşamı silahlı bir kamp yaşamıdır. Onlar çok dayanıklıdır; yokluk ve açlığa iyi dayanabiliyorlar ve bunun sayesinde uzun yıllar boyunca mücadele edebilir, hükümet güçlerine direnebilirler. Savaş ortamında bir Kürt sırtında taşıdığı deri torbada muhafaza edilen birkaç ekmek (bu ekmekler "yaşam" sözcüğünden hareketle "beji" diye adlandırılmaktadır) ve bir miktar kestane ile birkaç ay idare edebilir.


Kürtlerde tarım çalışmaları çok ilkel biçimde olup, sadece çapalarla yapılmaktadır. Mısır, buğday, yulaf, darı, tütün ve pamuk üretilmektedir. Buğday çok az miktarlarda (sadece aşiret reislerinin ve hanların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar) ekilmektedir. Kürtlerin başlıca serveti ve iç pazarda dolaşan ürünler; tütün, pamuk, yün ve halılardır. Kürtler arasında ticaret sadece takas olarak yapılmakta ve para hiç rol oynamamaktadır. İç ticarette kent ile köy arasında yapılan takasın payı çok büyüktür. Günlük tüketim malzemeleri ve zanaatkâr ürünleri (örn. iğne, iplik, düğme, bez, urgan, çay ve diğerleri, halk arasında "sovdeger" veya "çerçi" olarak adlandırılan Yahudi tüccarlar tarafından köylere götürülmektedir. Kadınlar için süs ve temizlik ürünleri de kentlerden getirilmektedir; kadın ve erkek giysiler için gereken kumaşlar ise aşiretler tarafından üretilmektedir ve fevkalade dayanıklıdır. Tüccarlar, kent ile aşiretler arasında tek bağlantıdır ve aşiretler üzerinde büyük etki sahibidirler.

Göçebe Kürtler de tarımla uğraşmaktadır. Kış mevsiminde dağlardan inerek sıcak bölgelere (kış yurtları veya "germe sir") yerleşirler, yazın ise yaylalara çıkmadan önce oralara mısır ve buğday ekerler. Ekilmiş tarlalara göz kulak olmak için birkaç bekçi bırakılır. Yazlık yurtlardan ("serde sir") geri dönüldüğünde ise artık olgunlaşmış olan ürünü toplarlar. Yezidi, Gelbagi, Pancvani, Guran, Cevanrudi, Mandomi gibi Kürt boylarının çoğunluğu kendi kadınları tarafından evde üretilen kumaşlardan yapılmış giysileri giymektedirler. Bu kumaş öylesine dayanıklı ki, giysiler miras olarak kuşaktan kuşağa aktarılır ve çoğu zaman dördüncü kuşak tarafından da kullanılır.

Kürtlerin doğal ekonomi düzeni onların ataerkil aşiret düzeniyle örtüşmektedir. Her aşiret, bir reisin hâkimiyeti altındadır. Bu reis, genellikle aşiretin en etkin ailesine mensuptur, böyle bir aileden gelmediği durumlarda ise bu eksiği nikâh yapmak yöntemiyle giderilmektedir. Ataerkil düzen çerçevesinde, dinsel otorite genellikle yönetim işlevleriyle sıkı bağlantı içindedir ve aynı zamanda dinsel otoriteyi de eline geçirmiş olan Kürt reisler en etkin ve güçlü konumdadırlar. Aşiretler, kendi reislerine bağlı bulunsalar da, iç işlerinde "kethüda" ve küçük hanlar büyük etkiye sahiptir. Tüm önemli konular, her zaman söz konusu kişilerin ve aşiretin tüm etkin isimlerinin katıldığı toplantıda karara bağlanmaktadır ve aşiret reisi bunu hesaba katmak zorundadır.

Mollalar tamamen aşiret reislerine itaat etmekte olup, onların elinde birer maşa durumundadır, gerçi görünüşte reisler onların otoritesini kullanmaktadır.

Her aşiretin kendi seyidi, ahundu ve şeyhi var; söz konusu aşiretin din, törenler ve geleneklerle ilgili tüm işleri bunlar tarafından yönetilmektedir. Bunlar arasında en büyük etki sahipleri peygamberin soyundan gelen seyitlerdir. Şeyhler, belli başlı dinsel okulların ("tarikat") temsilcisidir; bunlardan Kürdistan'da birkaç tane var. En etkin olanlar Kadiriler ve Nakşibendîlerdir. İlkinin adı tarikatın kurucusu olan Şeyh Abdülkâdir Geylani'den, ikincisi ise Seyyid Nakşibendî'den gelmektedir.

Kürtler dinsel inanç bakımından 4 gruptan oluşmaktadır. Bunlardan ikisi, Sünniler ile Şiiler, Müslümandır. Sünniler dört mezhebe ayrılmaktadir: Hanbeli, Maliki, Şafii ve Hanefi. Bu grupların tamamı (Şafiiler hariç) Şiilere aşırı düşmandırlar. Bu yüzden Şiiler çoğu zaman Şafii adı altında saklanmaktadır. Yezidilik ile Ali Allahîlik İslam dışı inançlardandır. Yezidiler, bağımsız bir düalist gruptur, başkalarıyla karışmazlar, bu yüzden Kürtlerin ayrı bir bölümünü oluşturmaktadırlar ve özel bir aşiret biçimini almışlar. Bu aşiret, çok sağlam ve dayanıklıdır, uzun yaşarlar.

Müslümanların takiplerinden korunmak amacıyla çoğu zaman kendilerini Müslüman olarak tanıtırlar ve bu yüzdendir ki, mezar taşlarına Kuran'dan ayetler yazmaktadırlar.

Ali Allahîler, köken itibarıyla Müslüman olsalar da fiilen Müslüman değiller. Tanrının insanlar arasında bulunduğunu ve onlardan birinde yaşadığı inancına dayanan eski İran dini bu tarikatta hayat bulmaktadır. Onlara göre Ali böyle birisidir. Onların inancına göre Muhammed sadece Ali'nin yardımıyla belli bir başarı kazanabilmiş, fakat Ali'yi tam olarak dinlemediği için başarısızlığa mahkûm olmuştur.

Ali Allahîlerin en önemli dinsel merkezi, İran'da en yüksek doruğu hep karla kaplı kalan Dalahu Dağları'ndaki Dar-e Gombed bölgesidir. Burada dağlar arasında Ali için kümbetli bir mabet yapılmıştır. Rivayete göre buradaki en yüksek dağın doruğunda Sasan hanedanının son temsilcisi ve Araplar tarafından devrilen Yezdigerd'in kalesi varmış. Ali Allahîlerin bu kutsal merkezi, Kirmanşah'ın güneybatısında, Kerend-Kasr-ı Şirin-Türkiye sınırından oluşan üçgen içinde yer almaktadır. Buraya ta 100 kilometre öteden Kasr-ı Şirin'deki Ricab'dan su kemeri çekilmiştir. Su, 10 bin metreye kadar çıkartılmaktadır. Burası Ali Allahî inancının en kutsal merkezidir. Onların inancına göre Ali sürekli olarak ayrı ayrı kişilerde, esasen seyitlerde ve şeyhlerde hayat bulduğundan, onlar arasında her zaman bir tanesi seçilerek en fazla saygı gösterilmektedir. Seyitler arasında en çok Seyit Baraka saygı görmekte, onun soyundan gelenler ise İran Ali Allahîleri arasında en önemli rolleri üstlenmektedir. Türkiye topraklarında ise, Kerkük yakınlarında oturan Seyit Rüstem benzeri konumdadır.

Kürtler arasında kadının durumu diğer Müslümanlarda olduğundan çok farklıdır. Kürtlerde ve genel olarak göçebe toplumlarda kadınlar (özellikle de reislerin ve etkili kişilerin eşleri) önemli rol oynamaktadırlar. Kadınların tamamı özgürdür, yüzlerini kapatmazlar ve aşiretin tüm işlerine katılmaktadırlar. Misafir ağırlamak onların görevleri arasındadır. Erkeklerin yokluğunda tüm idare, mahkeme, ceza, para cezası vb. konularda karar verebilirler. Savaş ve barış, başka aşiretlerle birleşmek veya ayrılmak, hükümetle ilişkiler de erkeklerle eşit biçimde oy kullanan kadınların tam ve aktif katılımlarıyla gerçekleştirilmektedir. Tarım yapmayan aşiretlerde tüm işler kadınların üzerindedir. Erkekler sadece savaş, av ve soygunla ilgilenirler. Yerleşik tarım yapan aşiretlerde ise erkekler tarla işlerine ktılır, ama diğer işlerin hepsini yine kadınlar yaparlar.

Bazı Kürt gruplar Nesturi inancındadır. Onların en önemli merkezi Musul ile Kerkük arasındadır. Nesturi Kürtler yerleşik hayat sürmekte olup, tarımla uğraşmaktadır; misyonerlerle ilişkileri sayesinde daha kültürlüdür.

Kürtlerin gayet özgün olan sanat ve edebiyatı konusuna da kısaa değinmek gerekir. Tüm tür, vezin ve kafiyeleri Fars şiirinden alan Kürtler kendi yaşamlarının parlak çizgilerini, göçebe yaşamını, aşiret geleneklerini vb. bu araçları kullanarak terennüm etmişler. Şiirlerin içeriği ve şairin kullandığı imgelerden hemen anlaşıldığı üzere yerleşik kent kültürünün ürünü olan Fars şiiri ile doğaya yakın göçebe aşiretlerin ürünü olan Kürt şiiri kolayca ayırt edilebilmektedir.

Bazı örneklere göz atalım.

Fars şairi Sadi'nin şiiri:

Akşam, yârim, yemekler, şarap ve tatlılar... Bu saatte dostları görmek olurdu çok hoş.

Bunlar, aşkı armağanlarla dolu hayatın süslerinden birisi olarak algılayan Fars şairinin duygularıdır ve aşk en iyi biçimde dostlar meclisinde değer kazanmaktadır.

Kürt şiiri ise bize tamamen farklı örnekler sunmaktadır. Geçen yüzyıldan Kürt şairi Nali:

Bu dolunayın ışınlarından nereye kaçsam?Aşiretin uykuya dalmasını daha ne kadar bekleyeceğim?

Âşık olan Kürt, her türlü dost ortamından kaçmaktadır; sevgilisiyle dere kenarlarında bir yerlerde gözlerden uzak buluşabilmek için, gecenin bir an önce gelmesini ve aşiretin uyumasını beklemektedir.

Caf aşiretinden bir Kürt şairin şiiri:

Ben senin benlerin için geldim ama perçemlerin

tuzağına düştüm, Deneyimsiz minik bir kuştum, tahıl tanelerinin arkasında tuzak olabileceğini bilemedim.

Kürt şair, aşka esir oluşunu alışık olduğu avcı yaşamından aldığı imgelerle anlatmaya çalışıyor. Aşk ona göre bir yarışmadır, bu yarışmada yaşama daha iyi uyarlanmış avcı-savaşçı kazanacaktır.

Kürtlerin yerleşik tarımcı yaşamı da şiir için zengin malzeme sağlamaktadır. Kürt şairlerin birçoğu konu ve imgelerini çiftçilerin günlük çalışma hayatından almaktadır.

Yakup Kirmanşahi'nin Dünya şiirinden:

Kirpiklerinle göğsümü sürdüm, sana olan aşkımın tohumlarını attım,

Kaşların orağıyla mahsulü kaldırdım, kalbimin harmanında eledim.

Bu şiirdeki imgeler, bize daha yakın olan tarım kültürünü, yerleşik emekçi insanın günlük yaşamını anlatmaktadır.

Birçok Kürt şairin şiirinde ise imgelerin kaynağı, savaşçı yaşamı ile ömrünü baskın ve soygunlarda tüketen cesur eşkıyanın duygularıdır. Örneğin bir Kürt şair, sevgilisinin fırlattığı ve kalbini fetheden muzafferane bakışları, ticaret kervanını yağmalayan silahlı göçebelerin saldırısına benzetmektedir.

Senin kara gözlerin kirpik birliklerine emir verdi;

Hey, kan içici ordu, hadi ileri. Soygun zamanı gelmiştir.

Kürt şiirinin tamamı gerçek yaşam doludur; bu durum onun incelenmesini çok daha ilginç kılmaktadır. Kürt şiiri İran'da layığınca bilinmektedir, Türk olmayan topluluklara baskı uygulayan bir rejime sahip olan Türkiye'de ise yasaklanmıştı ve Kürtçe olarak ancak Dünya Savaşı sırasında yayımlanmaya başladı.

Kürtlerin günlük yaşamını inceleyenler, Kürtler ile onlara komşu Farsların ve Türklerin yaşamı arasında görülen büyük farklılıklara genellikle şaşırmaktadırlar. Kürtlerin aşiret yaşamı çok farklı toplumsal yaşam biçimleri geliştirmiştir; komşularında görülen özellikle kadınların kapalı harem yaşamı sürdürmesi sonucunda oluşan bireyci yaşam tarzına yabancı kalmıştır. Yılın her mevsiminde, havalar iyi olursa, Kürtler, gençler, yaşlılar, erkekler, kadınlar, toplanarak dans eder, şarkı söylerler. Halayın ortasında, "sar çupi" adlandırılan halay başı, kadın ya da erkek, yer alır, ellerinde iki mendille, davul zurna eşliğinde tek başına dans eder. Türkiye veya İran'da kadının bu denli aktif katılımda bulunduğu toplumsal bir şenlik görebilmek olanaksızdır.

Günümüzde Kürt aydınları ve Kürtlerin başlıca siyaset adamları, çoğunlukla İngiliz etkisi altındadır. Bu durum, Kürt ulusal hareketinin tarihiyle ve Kürt bağımsızlık hareketlerine İngilizlerin verdiği destekle açıklanabilir. İttihat ve Terakki Partisi'nin iktidara gelişiyle Jöntürkler tarafından kurulmuş olan milliyetçi rejim bu hareketin gelişmesini tetiklemiştir. Bu rejim kendini en çok eğitim alanında açığa vurmaktaydı. Jöntürkler, özellikle de okul eğitimi alanında uyguladıkları milliyetçi ve Pantürkist politikalar sayesinde milli bir Jönkürt hareketini doğurdular; nitekim bu politikalar Araplar, Arnavutlar ve Türk İmparatorluğunun diğer halkları arasında da milliyetçi tepkiler doğurmuştu.

Bu döneme kadar Türk okullarında eğitim programlarının tamamı din temeli üzerine kurulmuş olup, salt İslamcılık ideolojisi doğrultusundaydı; bu ideoloji, değişik Müslüman halklar arasında ulusal sorunu ortadan kaldırarak, onları bir bütün halinde bir arada tutmaktaydı. İslam dini, Türkiye hükümetinin elinde, imparatorluk bünyesindeki tüm Müslüman halkları itaat altında tutmak ve olası bir milliyetçi ya da ayrılıkçı hareketin oluşumunu engellemek amacıyla kullanılan bir araçtı. Hem yerleşik hem de göçebe olarak, dünyadan kopuk halde yaşayan, millet ve devlet konusunda hiçbir şey bilmeyen Kürtler arasında halifenin yani Türk sultanının adı, onları Türkiye'ye bağlayan kutsal bir simgeydi.

İstanbul okullarında eğitim gören ve bu dönemde özel ihtisas okullarından mezun olan Kürt gençleri, öncelikle İslamcılığa bağlıydılar, zira bu ideoloji özel bilim dallarının önkoşulu haline bile getirilmişti. İstanbul okullarının öğrencileri, hangi ulustan olurlarsa olsunlar, bu okullardan birer İslam fanatiği olarak çıkmaktaydılar; peygamberin inançsız insanları cezalandırmak için dünyanın doğal düzenini değiştirebileceğine ve de hiçbir fen biliminin din olmadan ayakta kalamayacağına inanıyorlardı. Milliyetçiliğin önemini anlayan az sayıdaki kişiler ise yerleşik geleneklere karşı çıkamıyorlardı.

İttihat ve Terakki iktidarı döneminde Türk politikası temelden bir değişime uğradı. Bu değişim, hemen okula da yansıdı. Burası milliyetçilik ve Pantürkizm ideolojisini yayma üssü oldu. Jöntürkler, etkilerini pekiştirmek için bir dizi öğretmen okulu (dar-ül muallimin) kurdular; buralara sadece İttihat ve Terakki üyesi olan Osmanlı Türkleri alınacak ve öğretmen yetiştirilecekti. Bu okullar, fen dersleri verecek olan ve iyi teknik eğitim görmüş önemli bir öğretmen kadrosu yetiştirdi. Ancak bu okullardaki eğitimin temeli ırk fikrine dayanıyordu. Bu eğitimin amacı ve programı, şu sloganda ifade edilmekteydi: Tüm Müslümanları Türk yapmak.

Jöntürk hareketi için hazırlıklı ve ulusal yönden eğitilmiş gençler, bunlar Türk milletini Türk olmayanlara karşı elde silah korumaya hazırdılar, yetiştiren bu yeni öğretmenler kadrosu, Türk soyundan olmayan gençler arasında da milliyetçilik fikrinin gelişmesine sebep oldu. Böylece bir Jönkürt hareketi oluştu ki, bunun amacı Türklerin baskılarına karşı Kürtleri korumaktı.

Bu ayrılıkçı politika ve bağımsızlık mücadelesi, daha sonra İngilizlerin elinde, Yakındoğu'daki amaçlarına ulaşabilmek için kullandıkları bir araca dönüştü. Bir yandan Jöntürklerin çapsız milliyetçi politikaları, diğer yandan da İngiliz ajanların propagandaları "Kürt Bağımsızlık Komiteleri"nin ortaya çıkmasına sebep olan iki önemli etkendi. Bu komiteler, ilk başlarda sadece İstanbul okullarında yetişmiş yeni Kürt aydınlardan oluşturularak, Türk hükümetinden Kürt halkı için özerkliği ve diğer imtiyazları koparmaya çalıştı; bu hareket, özellikle Dünya Savaşı'nın başlamasıyla iyice belirginleşti. Fakat Jöntürklerin buna karşı direnişi ve Pantürkist propaganda örgütü Türk Ocağı,* Jöntürklerin elinde Yakındoğu'da Pantürkizmi yaymanın başlıca aracı konumundaydı; Jönkürt hareketinin yeraltına çekilmesine sebep oldu ve daha sonra onları ezilen halkların hamisine dönüşen İngilizlerin kucağına attı. Ancak 14 maddelik malum Wilson prensiplerini açıklandıktan sonra Jönkürtler seslerini açıkça çıkarabildiler ve Kürt bağımsızlığı için İstanbul'da meydana çıktılar. Bu dönemde İstanbul'da birkaç komite çalışmaya başlamıştı, aralarında en ünlüleri şunlardı: 


* Son zamanlar, Kemalistlerin Yunanları yenmesinden sonra Türk Ocağı Anadolu'da ve İstanbul'da faaliyetlerine yeniden başlamış durumdadır. -Lahuti

Kürdistan Teali Cemiyeti (Kürdistan Yükseltme Derneği) ve İstiklal-i Kürdistan (Kürdistan İstiklali). Ayrıca Jönkürt propaganda dairesi de Kürt dilinde Jiyan (Hayat), Kürdistan gibi gazeteler, birçok broşürler, Kürt edebiyatı antolojileri yayımlamaktaydı; bunlar daha önce Türkiye'de yasaktı.


Bu dönemde Kürt hareketinde başlıca dört akım görülmekteydi: 1) Kürt aydınlarının programı olarak Kürdistan'ın tam bağımsızlığı; 2) Türkiye himayesinde, Türk bayrağı ile Türk dilinin korunması kaydıyla, Kürdistan'a iç işlerinde özerklik; oldukça zayıf bir gruptur; 3) İran himayesinde bağımsız Kürdistan; bu konuda bazıları İran bayrağının kabul edilmesini, bazıları ise değiştirilerek sadece güneş simgesinin muhafaza edilmesini önermekteydi. Bu grup, diplomasi dünyasında belli bir rolü olan birkaç etkili Kürt önderden oluşmaktaydı; başlarında Türkiye İmparatorluğu'nda önemli görevlerde bulunan ve Versay Konferansı'nda Türkiye delegesi olan Şerif Paşa vardı; konferans sırasında istifa ederek kendini Kürdistan delegesi ilan etmişti. Bu dönemde Şerif Paşa, Kürdistan'ın İran himayesine geçmesi konusunda İran Dışişleri Bakanı Moşa-ver-ol-Memalik'le Paris'te görüşmeler yapmaktaydı. Fakat bu görüşmeler İran hükümetinin İngiliz yanlısı elemanları tarafından tepkiyle karşılandı. 4) Dördüncü akım kendi bayrağı ve resmi dili (Kürtçe) ile İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurulmasından yanaydı. Kürt aşiretlerinin en etkili reisleri ve önderleri, bu arada Şeyh Abdülkadir (şimdi İngilizlere karşı olup, İngiliz karşıtı Kuzey Kürdistan'da bir Kürt hareketi örgütlemektedir), Kürt Mustafa Paşa vd.

Bu gruplar, İstanbul'un Jönkürt aydın örgütlenmeleri çerçevesinde oluşmuştu. Kürdistan içlerinde ise milliyetçi hareket daha savaşın çok öncesinde İngiliz ajanlarca desteklenmekteydi; bunlar arasında en yeteneklisi ve dikkat çekeni Mr. Soane birkaç yıl İran'da yaşamış ve Farsçayı mükemmel biçimde öğrenebilmişti. Mr. Soane, Jöntürk hareketinin en yoğun yaşandığı günlerde, Şirazlı tüccar Hacı Ali Şirazi takma adı altında Kürdistan'a gelerek 60 bin kişilik Caf aşiretinin merkezi durumundaki Gol Ambar'a (Türkçesi: Halepçe) yerleşti. Burada Mr. Soane söz konusu aşiretin büyüğü ve tartışmasız lideri Mahmut Paşa'nın yeğeninin evinde ikamet etti. Önemli bir etkinliğe ulaşınca, aşiretin en ilerici ve aydın kişileriyle bağlantı sağladı, Jönkürt hücreleri ve Kürt hareketi için örgütler kurdu, Bağdat'ın İngilizlerce işgali sonrasında orada yerel Kürt lehçesinde Ti Geeşti Rasti (Sen Doğru Anladın) adında bir gazete yayınladı; gazete Kürdistan genelinde geniş ilgi görmekteydi. Bu gazete, Kürt milliyetçi hareketinin başlatılmasında muazzam rol oynadı; gayet yetenekli ve Kürt psikolojisine hitap edecek biçimde çıkarılmaktaydı. İstanbul'da yayınlanan Jönkürt gazeteleri Mr. Soa-ne'un gazetesi gibi bir rol oynayamadılar, çünkü gerçek olaylarla ilgili Mr. Soane'un elinde bulunan malzeme ve bilgiler bunlarda yoktu, dolayısıyla sadece genel konuları işlemekteydiler. Mr. Soane, kendi gazetesinde Kürt hareketinin tarihini tam olarak anlatmaktaydı; bunu yaparken Türklerin Kürtlere yönelik zalimane ve adaletsiz muamelelerinden bol bol örnekler vermekteydi. Kürdistan tarihine dair makaleler, keza Türkler tarafından öldürülen Kürt önderlerin listelerini ve yaşam öykülerini vb. yazılar yayınlamaktaydı. Kürtlerin her türlü harç ve vergiden kurtulma yönündeki tüm eylemleri, Türklere itaatsizlik örnekleri ve Türklerin sindirme operasyonları ayrıntılı biçimde anlatılmaktaydı. Bunlar, çok canlı bir tarzda, çarpıcı ayrıntılar verilerek anlatılmakta ve Kürt milliyetçi hareketinin tarihi olarak sunulmaktaydı. Böylelikle Mr. Soane'un faaliyetleri İngilizlerin himayesi altında bağımsız bir Kürdistan hareketi için zemin hazırladı.


Anadolu'da milliyetçi hareketin başlatılması ve Kemalistlere arkadan darbe indirmek amacıyla İngilizlerin Kürt aşiretlerini kullanma girişimleri de bu döneme aittir. Fakat Kemalistler, Kürtleri yenerek onlarla anlaşma yaptılar ve bundan sonra Kürt-Kemalist ilişkileri bir süreliğine barış dönemine girdi. Kemalist hareketin sonucunda İstanbul'un Jönkürtlerle bütün bağı kesildi. Kemalistler, İstanbul yazışmalarını ele geçirerek imha ettiler, orada yayımlanan gazeteleri yaktılar. İstanbul'daki Jönkürt hareketi kuzeydeki Kürt hareketinden hemen hemen tam olarak yalıtıldı ve sadece İngilizlerce işgal edilmiş bölgelerdeki Kürtler arasında çalışmalar yapabildi, ama bu durum, İngilizlere Kürt hareketini denetleme imkânı sağladı. Bu örgütlerin birçok üyesi, İngilizlere çalışmak istemedi ve İstanbul'u terk ederek Türkiye sınırları dışına kaçtılar. Böylece Türkiye Kürdistanı'ndaki hareket başıboş bırakıldı ve burada Kuzey Mezopotamya'da kendi egemenliklerini kurmakla görevlendirilmiş İngiliz diplomasisi tarafından kullanıldı. Kürdistan'daki İngiliz politikaları da Mezopotamya'nın ana kesiminde kendine az veya çok dayanıklı bir konum temin edebileceği umuduyla aynı yöntemlere başvurdu, ama Kürt koşullarının karmaşıklığı, aşiretler arasındaki mücadeleler, ayrı ayrı gruplar arasındaki çıkar çelişkileri yüzünden Kürdistan'da İngiliz politikasının tercihleri birçok kez değişti ve dönüşümlü olarak kâh bu kâh da öteki gruplari desteklemek zorunda kaldılar.


Aşiret reisleri ve şeyhlerin önemli rol oynadıkları Kürt aşiret düzeni ve ataerkil yapı, bu yöneticiler arasındaki rekabet ve sürekli düşmanlık, göçebe aşiretlerin dengesiz ekonomik durumu... Bütün bunlar öyle koşullar sunmaktaydı ki, bu koşullarda İngiliz politikaları ayrı ayrı grupların oluşumunu kolaylıkla etkileyebilir, kendi yandaş kadrosunu oluşturabilir ve Kürt hareketi üzerinde etki mekanizmalarını elinde tutabilirdi. Bu nedenle Kürtlerin sadece ekonomik faaliyetleri ve günlük yaşam tarzını değil, aşiret veya soy çıkarlarını ifade eden grupların temsilcilerini de bilmek gerekir. Günümüzde Kürdistan'da yönlendirici roller üstlenmiş başlıca Kürt önderleri gözden geçirelim.

Türkiye Kürdistanı'nın şu an İngiliz etkisi altında bulunan güney kısmı, azılı bir Türkiye düşmanı ve İngilizlerin başlıca maşası olan Seyit Taha etrafında birleşmektedir. Seyit Taha'nın etkinliği onun karşısına rakipler çıkmasına sebep oldu ki, bunlardan en önemlisi, Kuzey Kürdistan'ın birleştiricisi rolüne soyunan ve Kemalistlerle sıkı bir ittifak içinde olan Şeyh Abdülkadir'dir. Şeyh Abdülkadir'in entrikaları sayesinde Türkiye hükümeti Seyit Taha'yı takibe aldı, birkaç kere tutukladı, etkisi altındaki Kürt kitlelerle bağını koparabilmek için İstanbul'a gönderdi. Seyit Taha'ya yönelik ilk tutuklama girişimi sırasında, onu Musul'a getirebilmek için, 200 askerden oluşan bir birlik gönderildi. Ama Kürtler askerlere saldırdı, onların silahlarını aldılar ve kendi reislerini kurtardılar. Türk hükümeti, ikinci kez Seyit Taha'yı hile kullanarak yakalamaya karar verdi. 400 kişilik bir birlik gönderildi ve Seyit Taha yakalandı. Kürtler, bunun haberini alınca birliği kuşattılar ve Seyit Taha'nın kendilerine verilmesini istediler. Komutan, onlara tek bir ateş etmeleri durumunda Seyit Taha'yı kendi elleriyle öldüreceğini söyledi. Seyit Taha, Kürtlerin sakin olmalarını ve dağılmalarını istedi, bundan sonra Musul'a götürüldü. Fakat Kürtler arasında dalgalanmalar başladığını gören Musul valisi onu salıverdi ve Kürdistan'a gönderdi. Bütün bu yaşananlar Seyit Taha'yı azılı bir Türk düşmanı yaptı ve son olaylarda İngilizler onu kendi amaçları doğrultusunda kullandılar. İngilizler, İsmail Ağa Simko'nun eliyle kuzey bölgelerde bağımsız Kürdistan kurarak, Simko'nun İran hükümetine karşı operasyonlarını destekledikleri dönemde (1921-1922) Seyit Taha, İngilizlerin aktif bir elemanıydı; Simko ile İngiliz komutanlığı arasında bağlantıyı sağlayarak, Kürtlere Bağdat'tan silah, para ve takviye kuvvetler temin etmekteydi. Halen Seyit Taha, Kemalistlere karşı aktif operasyonlar yürütmekte olup, Kemalistlerin Musul'daki petrol bölgesine nüfuz etmelerini engellemektedir.


Şeyh Mahmut, Berzenci ailesinin (Ali ile Fatma'dan gelen kol) etkili seyitlerinden Kaka Ahmede Şeyh'in (Kürtçe: Kaka Ahmey) torunudur; hem Sünniler hem de Şiiler arasında saygı görmektedir. Babası Seyit Resul ise Şehrezur bölgesinin (buraya Süleymaniye, Gol Ambar ve Kerkük'ün kuzeydoğusunda kalan topraklar dâhildir) tamamında büyük etki sahibiydi. Şeyh Mahmut kendisi Kürtler arasında muazzam bir otorite sahibidir, onu kutsal bir aziz olarak görüyorlar. Bu ailenin tarihi, onların Türkiye'ye neden düşman olduklanını da açıklamaktadır. Kürt hareketine kıskançlıkla bakan ve bu ailenin etkinliğini artırmasından endişe duyan Türk hükümeti, burada olağan şark yöntemlerini kullandı. Hükümet, Seyit Resul'ü ve kırk akrabasını, bir daha oradan çıkarmamak üzere, Musul'a davet etti. Fakat Türk yönetimi, Seyit'in ailesine açıkça karşı gelmekten çekindiği için Musul'un Arap halkı ile Kürtler arasında çatışma çıkarmaya çalıştı. Kürtler için ayrılan mahallenin özel bir birlik tarafından korunmasına rağmen, korumalar Arapların tarafına geçtiler ve Kürtler öldürüldü, hele Seyit'in ailesini parça parça doğradılar. Bu kanlı tuzaktan sadece Şeyh Mahmut kurtulabildi (o zaman daha 10 yaşındaydı); kılık değiştirilerek akrabalarından birisiyle Kürdistan'a ulaştırıldı. Bu olay, Kürtler arasında kızgınlığa sebep oldu ve Musul halkının tamamını katletmeye yemin ettiler. Türkler, kente takviye birlikler gönderdiler, aracılık yaptılar ve barışı sağlayabildiler. Şeyh Mahmut kendisi de Türklerden çok çekti. Dünya Savaşı başlarında bir İslam mücahidi olarak kâfirlere karşı kutsal savaş çağrıları yaptı ve Fransızlara karşı savaşmak üzere 1000 atlı mücahidini Suriye cephesine göndererek Türk ordusuna çok önemli bir hizmette bulundu. Fakat görüşmeler yapmak üzere kendisini Musul'a davet eden 6. Ordu komutanıyla kavga etti. Zira Şeyh Mahmut, babasının kalleşçe öldürüldüğü bir kente gitmekten çekindi; bu durumda, Türk askeri yönetimine itaat etmediği gerekçesiyle Süleymaniye'de gözaltına alındı, Musul cezaevine gönderildi. 1917 İlkbaharında İngilizler Musul'a doğru hareket etmeye başlayıncaya kadar orada kaldı. Bu dönemde İngilizlerin taktiği, Türklere karşı Arap hareketini desteklemekten ibaretti. 6. Ordu komutanı Ali İhsan Paşa, Musul'da durumun çaresiz olduğunu ve Arapların İngilizler tarafına geçtiğini görünce Kürtlere dayanmak istedi ve bu amaçla Şeyh Mahmut'u salıverdi; onu ağırladı ve İngilizlere karşı direnişi örgütlemesi için Süleymaniye'ye gitmesini önerdi. 10 gün sonra İngilizler Musul'u işgal ettiler. Şeyh Mahmut, İngilizlere karşı Kürt direnişini örgütlemek için yoğun çalışmalar başlattı. İngilizler, onu esir aldılar ve Basra'ya götürdüler; orada iki yıldan fazla cezaevinde kaldı. İngilizler, İsmail Ağa Simko hâkimiyeti altında Kürdistan'ı birleştirme umutlarının kaybedince Şeyh Mahmut'u hapisten çıkarttılar, Melik-i Kürdistan (Kürdistan Kralı) unvanı vererek Süleymaniye'ye gönderdiler. İngilizler bağımsız Kürdistan'ı Kemalistlere karşı mücadelede kullanmak niyetindeydiler, ama Şeyh Mahmut onların planını uygulamayı reddetti ve 1923 Şubat'ında İngilizlerle ipleri koparttı. 3 Mart günü geceleyin Süleymaniye halkının büyük çoğunluğu da beraberinde kenti terk ederek Süleymaniye'nin kuzeybatısındaki Sarı Dağ yönünde hareket etti; bazı bilgilere göre Avroman aşiretinin bulunduğu bölgede İran sınırını geçti. Şeyh Mahmut'un İngilizlerle bağlarını kopartmasında, Kürdistan'a özerklik verilmesi konusunda Ankara hükümetiyle yaptığı görüşmelerin büyük etkisi olmuştur. Şimdilerde Şeyh Mahmut bekleme konumundadır ve hiç kuşkusuz ki, Kemalistler, Kürt sorununa yaklaşımlarını gözden geçirmeleri durumunda onun şahsında sadık bir müttefik kazanabilirler.

Şeyh Abdülkadir, ünlü Şeyh Übeydullah'ın torunudur; ikametgâhı Şemdinli'dedir. Şeyh Übeydullah, Kürtler arasında muazzam bir etkiye sahipti; onu peygamber olarak görmekteydiler. Büyük toprak alanları vardı. Her türlü milliyetçilik belirtilerine karşı mücadele veren Jöntürk hükümeti, Şeyh ailesinin Kürtler üzerinde etkisini zayıflatmak için, Abdülkadir'i Kürt hareketinden yalıtmak amacıyla onu İstanbul'da tutmaya çalıştı; Türk yönetiminde birçok yüksek makamda bulundu, son dönemlerde ise senato üyesiydi. Abdülkadir'in Şemdinli'deki temsilcisi, akrabalarından olan Şeyh Abdullah'tı. Şeyh Abdullah, Kürtler arasında etkinlik sahibi olma konusunda rakipleri olan Seyit Taha ailesine karşı Abdülkadir'in talimatıyla çetin bir mücadele vermekteydi. Halen Kemalistler, Kuzey Kürdistan'da Seyit Taha'nın saldırılarına karşı mücadeleyi örgütlemek için Şeyh Abdülkadir'in otoritesinden yararlanmayı düşünmektedir.


Kürt hareketinin diğer önemli şahsiyetleri arasında; Kürdistan'ın tamamında yüksek dinsel otoriteyi ellerinde tutan Şeyh Hüsamettin ile Şeyh Necmettin kardeşleri de göstermek gerekir. Özellikle bu kardeşlerin küçüğü olan Şeyh Necmettin'in etkisi çok büyük olup, Kürtler onu kutsal addetmekte ve Şah olarak adlandırmaktadır.


İsmail Ağa Simko, İran Kürtlerini temsil etmekte olup, Türkiye Kürdistanı'nın kaderinde her zaman büyük rol oynamıştır. Urmiye ve Salmas'ın güneybatısında Türkiye sının boyunca uzanan topraklarda oturan Şekkak aşiretindendir. Dedesi Ali Ağa Şekkak, Nasrettin Şah döneminin sonlarına doğru Şeyh Übeydullah ile beraber Sünni Kürtlerin Şiilere karşı mücadelesi maskesi altında İran Azerbaycanı'nın büyük bölümünü ve hatta Tebriz'in banliyölerini ele geçirdi. İran hükümetine karşı verdiği çetin mücadele sonrasında Ali Ağa yakalandı ve idam edildi. İsmail Ağa'nın babası Cafer Ağa da büyük oğlu ile beraber İran hükümeti tarafından tutuklanarak öldürüldü. Salt bu aile hesaplaşmaları bile Simko'nun İran devletinin azılı düşmanı olması için yeterlidir. Simko, Dünya Savaşı'nın başlamasıyla sahneye çıktı, Rus birlikleriyle beraber Türklere karşı askeri operasyonlar başlattı. Bu girişimlerin tarihi çok karmaşıktır ve anlaşılabilmesi için Türkiye'nin İran Azerbaycanı'na yönelik politikaları, Dünya Savaşı sırasında İran ve Kürdistan'a yönelik Alman politikaları konusunda uzun bir inceleme yapılması gerekmektedir. Burada şunu bilmemiz yeterlidir; daha Türkiye savaşa girmeden önce İran Azerbaycanı'ndaki Türk-Alman politikaları İran Kürdistanı'ndaki aşiretler ile Rus birlikler arasında çatışma çıkarmaya yönelikti. Fars milliyetçilerden olup, Alman-Türk politikaları doğrultusunda Rusya'ya karşı sürülmesi düşünülen Kürtlerin önderi olması öngörülen Emir Haşmet, İsmail Ağa'nın rakibiydi ve kendisi Emir Haşmet'e bağlanmaktansa Ruslarla birleşmeyi tercih etti. Dünya Savaşı sırasında Simko, kendi konumunu pekiştirmek amacıyla sürekli saf değiştirerek kâh bu kâh da öteki tarafa geçti; hem düşmanları hem de geçici müttefikleri açısından aynı derecede tehdit kaynağı oldu. Bu dönemde İngilizlerle ilişkileri biçimlenmeye başladı. İngilizler onu kullanarak, doğuya yönelik Türk-Alman yayılmacılığının önünde bir siper olarak örgütlemeye çalıştılar. Rus Devrimi'nin ve Rus ordularının İran'dan çıkmasının ardından Simko, neredeyse bağımsız bir konuma sahip oldu. İşte bu noktada onun İran hükümetine karşı mücadelesi başladı; onlar hile ve kandırmalarla Simko'yu kendilerine bağlamak ya da gücünü kırmak istediler. Kemalist Devrim başladığında Simko'nun etrafına çok sayıda Türk askeri toplandı; bunlar vatana dönemeyenlerdi. Bu dönemde Simko'nun birlikleri düzenli orduya dönüştü. Çok sayıda deneyimli Türk subay ve danışmanlar bu orduyu örgütledi, Musul'daki İngiliz komutanlığındaki bağlantılar ise iyice silahlanmasını sağladı. Bu arada Seyit Taha, Bağdat'tan makineli tüfekler, sahra topları, tüfekler, para ve birkaç İngiliz danışman getirdi. Buna paralel olarak Simko, İran birliklerine karşı kazandığı zaferler sayesinde de güçlendi; 8 top, birkaç makineli tüfek, 3 bin tüfek ele geçirdi ve Kürdistan'ın bağımsızlığını ilan etti. Simko resmi olarak Kürdistan kralı rolünü üstlendi, çapraz konuşlandırılmış iki dağ topunun çiziminden oluşan kendi armasını onayladı; armanın üzerinde "Bağımsız Kürdistan" ibaresi yer almaktaydı. Bunlar 1922 İlkbaharında yaşandı; aynı yılın Ağustos ayında Simko, İran birlikleri tarafından hezimete uğratıldı, merkez üssü olan Çehrik Kale işgal edildi, kendisi kaçarak Türkiye topraklarına sığınmak zorunda kaldı. Burada Van bölgesinin Kürt boylarını etrafına toplamaya çalıştı, Türklerin tepkisini çekti ve yenilgiye uğradı. Bundan sonra Simko bir süre ortadan kayboldu. Fakat İngilizlerin Güney Kürdistan'daki başarıları, Kemalistleri, İngilizlere karşı bir Kürt cephesi örgütlemeye yöneltmektedir ve onlar bu amaçla Simko'yu, aynı zamanda Şeyh Mahmut'u da kullanmaya kararlı görünmektedirler. Son gelen haberlere göre, Simko Kemalistlerle barışmış ve Kuzey ve İran Kürtlerini örgütlemek yönünde aktif çalışmalar yapmaktadır. Konunun bu yönü benim bu yazıdaki amaçlarım dışına çıkmaktadır. Yalnız şunu söyleyebilirim ki, Türkiye'deki Kürt hareketi hiç kuşkusuz, İran Kürdistanı'ndaki durumu önemli ölçüde etkileyecektir. İran Kürtleri, Türkiye'deki Kürt hareketinin başarıları konusunda, keza Kürt özerkliğinin perspektiflerine dair bilgiler almaktadırlar. Diğer taraftan İran hükümetinin politikalarının eskiden olduğu gibi kendilerini silahsızlandırmak ve Kürt bağımsızlık düşüncesini ortadan kaldırmak yönünde olduğunu görüyorlar ve Simko hareketine yanaşma eğilimi göstermeye başlıyorlar. Fakat bu durum, İran Azerbaycanı'nda yeni sorunlar çıkması yönünde bir tehdit oluşturmaktadır.


Yakın zaman içinde Van'da Kürt sorunu konusunda yapılacak olan toplantıya ilişkin haberler İran Kürtlerini özellikle etkilemektedir; Kürt hareketinin tüm önderlerinin katılması öngörülen bu toplantıya büyük umutlar bağlanmış durumdadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder